11 Ekim 2024
Yakınlarda bir arkadaşım sordu: "Ağabey, sizin, bizden daha fazla yaşanmışlığınız var. Sizin çocukluğunuz, gençliğiniz ile bugünü kıyasladığınızda, daha mı iyiye gidiyor her şey?! Ben, geride bıraktığım yılları düşününce çocuklarım daha kötü bir dünyada yaşıyor ve yaşayacak diye düşünüyorum."
Aynı fikirde olduğumu derin bir üzüntü ile ifade ettim. Hep eskiye gidilir, ah o yıllar, ne güzeldi, diye, hayıflanılır! Neredeyse her nesil kendine ait bir "eski günler" romanı yazar. Giz nedir, bu özlem, hayıflanmanın ardındaki? Geçen zamanı yeterince derinlemesine yaşayamamak mı? Tükettiği dakikaların, saatlerin ruhuna dokunduğu, demlerin değerini bilememek mi? Kaybedilince daha bir değerlenen şeyler gibi avuçlarımızdan kaybolup giden yıllara yüklenmiş albeni mi, asıl neden? Artık bulamadığımız saflık, kuytuda, gizlide kalan hayaller, çocukluk, teni başka tene değmemiş gençlik mi?
Kesin olan şu ki, zamanı kovalıyoruz adeta. Daha çok şey, daha hızlı, daha, daha… İletişim çağının ötesine geçmiş zamanın anlayışı ile, bir tufan, bir kasırga patlamış da bilişim hortum afetinin içinde terebayt ve petabaytlarca yüklenmiş bir şeyler arıyoruz. Aslına bakarsanız ne aradığımızın da farkında değiliz çoğu kez. Hızla ulaşmanın dayanılamaz çekiciliği ile önce, ilk, hemen, çabuk, emsalsiz, en gösterişli, en pahalı, en hızlı, en güzel, en, en… zamanın en önünde olmak için o hortumun içinde, en iyi deyişle " insan ötesi" bir çaba ile yükseklere tırmanmak derdindeyiz.
Yoruldum doğrusu bunları yazarken ve kafam karıştı! Oysa dinginlik ne güzeldir! Nerede o nihavend makamının güç ve barış solutan havası? hicazın mütevazılığı nerede? Müzikle huzur ve esenlik bulur insan hep. Bir lambalı radyo düğmesine, bir kasetçalar tuşuna ve bir pikap iğnesine iliştirilmiş müzikler. Ya o Sezen Aksu şarkısı "Kavaklar"ın hüznü, sessizliği, duruluğu, dertleşmesi:
Bedenim üşür, yüreğim sızlar.
Ah kavaklar, kavaklar...
Beni hoyrat bir makasla
Eski bir fotoğraftan oydular.
Orda kaldı yanağımın yarısı,
Kendini boşlukla tamamlar
…
Ah kavaklar, kavaklar...
Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
Hatırası en özel yerde saklı, "sevgi sözcüğünden yüzük yapan şair", Metin Altıok'un derin bir ayrılığın ardından yalnızlığı, hüznü, yaşamın yalınlığını yaşadığı Bingöl'de yazdığı, şiirin sözlerinin ilham olduğu melodi ne güzeldir. Dinleyin bir kez daha ve hatırlayın! Zamanı duyun, anı hissedin.
Fıkra yazarları olayları, zamana düşen fikirlerini kısa, öz cümleler ile en can alıcı yanı ile yazıya dönüştürür. Şairler onlar gibi kısa yazsa da, farklı olarak zamanı durdurup, uzun uzadıya, derinde, en derinine yaşar. Mürekkebi de onlar gibi az tüketirler! Hayatın ve zamanın, hakkını en iyi veren ve Tanrı tarafından bize verilmiş, bu en güzel iki nimetin en iyi dinleyicileridir şairler. Tıpkı doktorlar gibi. Onlar da cana can katmak için zamanı durdururlar. Ellerinin arasına aldıkları kimi kahırlı, yorgun, genç, yaşlı, umutlu, umudu tüketmiş kalpleri çalıştırmak için çabalarken öbür yanda uzaklaşmak isteyen hayata seslenirler : "-Dur! "diye.
Bu "freni patlatılmış" (!) tren seyahatinde gün batı ve doğumunda başımız dönerken zamanın, zamanların moda kelimesi "komplo" da aklıma gelmiyor değil. Yoksa, sözüm ona, dünyada kendinin üst akıl olarak tanımlatmış "birileri" freni patlamış trende, farklı milletlerden bizler, dağ, bayır aşağıya raylarda çelik hızı ile seyrederken, geçtiğimiz coğrafyada ve adımladığımız zamanda gerçeği ıskalayalım mı istiyor?! Sığ ve bayağı yaşayalım mı istiyor?! Olabilir! Ne çok, güzel şeyi, ne kadar hızla tüketiyoruz! Gerçek olan, tükettiriliyoruz.
Düşünmek için verdiğimiz ağır ekonomik, sosyo-politik, siyasal iklime ait söylem arasından uzaklaşıp, edebi, romantik dilimize dönelim. Güzel şeyler duymaya koyulalım.
Zamana karşı koymayan ama zamanın da değerini bilen o kadar çok yazan çizenimiz vardır ki! Bakın:
"Öyle biriktilmeli ki hayatı
Güneş gibi yarın yeniden doğacağını bilerek
…
Biterken bir mevsim, yeninin heyecanı ile
Umutlanarak, sabırlı, ölçülü ve şükrederek"
diyen Harun Özmen sonra şöyle seslenir:
"Önce bahara geç kalsa çınar
Bulutlarda beyaza takılsa elleri
Anı bin yıl gibi yaşayanlar
Getirse Zühre yıldızından düşleri.
Sonra zor sancılarda bir bebeğin
Çığlıkları usulca büyüse
Koşmaz olsa günleri takvimin
Çocuklar yavaş yavaş sevilse."
Yeni kuşaklar sevgi merkezinde, müziğin tılsımını 70 ler ,80 ler, 90 lardaki melodilerde arıyor. Bakıyorsunuz, bugünün bilişim çağı gençliği iç derdini açık ediyor ara sıra. Unutulmayan şarkı sözleri, melodiler zamana meydan okuyor.
Geçmişi ve geçmişin güzel hatıralarını tükettiremediler. O yıllarda gençliği tüketen bizler, bu kadar çabuk geçeceğini bilir miydik günlerin? Gelin, flaşbelleklere, terebaytlara sıkıştırmadan, geçen zamana inat keyfini çıkaralım doğan güneşin, geceyi aydınlatan mehtabın! Bunu görmeleri için dünya mirasımızı bırakacağımız, gözümüzden sakındığımız, geleceğin mimarı gençlere ilham olalım. Onlar yeterince güçlü ve akıllılar.
"Yavaş yavaş büyüsek
Yavaş yavaş sevsek
Yavaş yavaş sevilsek."